2005 yılında Gebze Belediye Başkanı İbrahim Pehlivan başkanlığındaki bir heyet ile birlikte Kırgızistan ve Kazakistan gezisine katılmak için hazırlıklarımızı tamamladığımızda hem yıllar önce bağımsızlığını kazanan bu iki ülkenin gelişmişlik seviyesini tekrar görmek hem de “Türk Dünyası “ özlemini bir kez daha gidermek adına İstanbul Atatürk Havaalanı’nda başlayan yolculuğumuz 6,5 saat süren bir uçak yolculuğu sonrasında Kırgızistan’ın Manas Havaalanı’nda son bulmuştu.
İstanbul’dan, Kırgızistan’a süren 6,5 saatlik bir uçak yolculuğundan sonra Manas Havaalanı’na indiğimizde bizi karşılayanlar, “Hoş geldiniz Size Manas Destanı okumak istiyoruz” teklifinde bulunduklarında Manas Destanı’ndan haberi olmayan AK Partili arkadaşlar “Tamam” dedilerse de kendilerine “Arkadaşlar hatırlatayım 1092 yılında yazımı tamamlanan muhteşem Türk destanının tamamı 400 bin mısradır, Müslüman Kırgızlarla putperest Kalmuklar arasında mücadeleleri anlatır tarihin en uzun destanı olma özelliğine de sahiptir eğer Manasçıları dinlemeye başlarsanız bütün gün burada kalmanız gerekebilir” uyarısı yapınca Manas Destanı’nı daha geniş bir zamanda dinleme sözü vererek kalacağımız otele doğru yola çıktık.
Kırgızistan’da birkaç gün kaldıktan sonra Kazakistan’a gitmek için Kırgızistan sınırına geldiğimizde bizi gezdiren otobüs sürücüsüne “Lütfen bizi aşağıya indirin ben Kırgızistan-Kazakistan sınırını otobüs ile değil yürüyerek geçmek istiyoruz” ricasında bulunduk, Her iki ülkenin güvenlik görevlileri “yasaktır-olmaz” dedilerse de bizim ısrarımızı kıramayınca biz Kırgızistan sınırından Kazakistan topraklarına yürüyerek girme keyfini yaşamış olduk.
Kırgızistan ve Kazakistan’da kaldığımız bir haftalık süre boyunca orada bulabildiğimiz tüm ülke yöneticilerine “Türk Birliğinden” bahsettik “Turan” idealini elimizden geldiği dilimizin döndüğü kadar anlatmaya ve “Türk Birliğinin” sağlanması adına katkı sunmaya çalıştık.
Orada bulunduğumuz süre zarfında görüştüğümüz üst düzey yöneticilerimizin nerede ise tamamı bizimle yalnız kaldıklarında “Yüksel Bey biz de bir an önce Türk Birliğinin kurulmasını ve bütün Türk dünyasının bir bayrak altında toplanmasını istiyoruz, Rusya’dan ve ABD’den çok büyük baskı var bu birliğin sağlanması için Türkiye Cumhuriyetine ve özellikle MHP’ye çok büyük görevler düşüyor” diyerek nasıl bir beklenti içerisinde olduklarını uzun uzun anlattılar.
Biz Kırgızistan ve Kazakistan gezilerimiz sırasında yaşadıklarımızı bir dosya haline getirdikten sonra Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’ten bize verilen hediyeleri takdim etmek üzere MHP Genel merkezine gittik, hem dosyayı hem de Kırgızistan’ın milli kıyafetlerini MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye teslim ettik.
2005 yılında meydana gelen bu hadiseler sırasında o bölgede var olan olumsuzluklara rağmen yapılacak ilk genel seçimde MHP’nin iktidara geleceğini en azından kurulacak bir hükümette Koalisyon ortağı olarak yüzünü Türk dünyasına daha fazla döneceğini düşündük.
Aradan geçen yıllar içerisinde MHP ne iktidar olabildi ne de koalisyon ortağı, AK Parti Hükümeti’nin de Türk dünyasına bakışı ve hassasiyeti MHP gibi olmadığından zaten bizden kopuk bir şekilde yaşayan Türk devletleri yıllar içerisinde avucumuzun içerisinden kayıp gitti.
Bundan sonra 1991 yılında bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile yeniden “birlik ve bütünlük dolu” bir ilkim hayata geçirilebilir mi? sorusuna can-ı gönülden EVET demek istesek bile bu temennimizin hayata geçmesinin nerede ise imkansız olduğunu az çok görebiliyoruz.
Bugünlerde hemen herkes AB’den yani Avrupa birliğinden şikayetçi. Bu kadar şikayetçi olduğumuz bir noktada aşağı yukarı 250 milyonluk bir Türk Birliğinin tesis edilememesi ve böyle bir gücün yayacağı enerjiden faydalanılmamasın ne kadar büyük bir acı olduğunu da söylememize gerek yoktur diye düşünüyoruz.
Aynı duyguları taşıyan aynı dili konuşan aynı kültür değerleri etrafında buluşmak isteyen 250 milyonluk Türk dünyasının oluşması için hiçbir çalışma yapılmaması oradaki Türk Devletlerinin sanki yok farz edilmesi ise bizim için ayrı bir üzüntü kaynağı.
Dünya ile birlikte Türkiye’de değişen dengeler ile birlikte her gün başka bir noktaya giden siyaset yüzünden bizim geriye dönüp 250 milyonluk Türk dünyasını görecek durumumuz muhtemelen kalmadı Zaten o bölgedeki Türk Devletlerinin nerede ise tamamı biz ilgilenmeyince başta ABD ve Rusya olmak üzer çok sayıda Avrupa ülkesi tarafından adeta istila edildi.
Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1933 yılında Türk Dünyası ile ilgili yaptığı bir konuşmada ‘‘Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. TÜRK Birliği’ne inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi yeni fasıllarını TÜRK Birliği ile açacak. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türklüğün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak. Güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecek. Hayatta yegane varlığım ve servetim TÜRK olarak doğmamdır, Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını bugünden kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (dış Türklerin) bize yakınlaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli..." demişti.
Mustafa Kemal Atatürk Türk Birliği ile ilgili yaptığı bu konuşmadan 5 yıl sonra hayata gözlerini yumdu, Atatürk’ün hayata veda ettiği tarihte henüz 21 yaşında olan Alparslan Türkeş’in “Türk Dünyasını” bir araya getirmek adına verdiği mücadele aslında epey bir yol almıştı ancak Alparslan Türkeş’in 1997 yılında vefat etmesi ile adeta Türk Dünyası da yetim kaldı.
Biz kendimizi iflah olmaz bir “TURANCI” olarak görüyoruz ancak bir zamanlar gerçekleşeceğine muhakkak gözü ile baktığımız Türk Birliğinin de artık sadece bir “Dilek ve temenniden” ileri gitmediğini görmenin üzüntüsünü de ömrümüzün sonuna kadar yaşayacağımızı anlıyoruz.