AŞK ve İFFET
Sabaha doğru güneş ışınları kuyuya süzülürken, üzerinden gecenin korku ve endişesini atmaya çalışıyordu Yusuf. Gece boyu sessizliğin hüküm sürdüğü kuyuda dışarıdan habersiz sabahın ilk ışıklarıyla doğal bir hareketlilik  başlamıştı bile…Kuyuya doğru yaklaşan karartı çölün kızgın kumlarının üzerinde şekil çizerken, arkadan gelen kervanında hararetini yansıtıyordu. İnsana can verecek bir element için sarkıtılan kovadan canın
kendisinin çıkması bir hayrete dönüşmüştü. Kafilede oluşan sevincin sebebi aslında anlaşılması çok zor değildi. Kuyudan her ne kadar ihtiyaçları olan su yerine beşer nazarıyla bir melek gibi algılanan bir çocuğun çıkması onları ziyadesiyle memnun etmişti. İnsan gözüyle değil bir tüccar gözüyle bakıldığında buldukları bir hazineydi. İnsan ticaretinin sirküle edildiği ve köle pazarlarının rağbet gördüğü bir konjonktürde iyi bir akçe edecek bir meta idi Yusuf onlar için. Onlar insanca bakmayı deneyemediler. Refleksleri tüccarca işledi ve ellerinde sadece çekiç bulunanların her gördüklerine çivi muamelesi yapması gibi onlarda her sahipsize köle muamelesi yaptılar…Unuttukları bir şey vardı. Yusuf sahipsiz değildi. Kuşkusuz Yusuf’un sahibi Allah’tı…Yaşı ve yaratanın kendisine vermiş olduğu eşsiz fiziki güzelliğiyle taliplisi çok olacağı  her halinden belli olan Yusuf, kervanın o gün için yüzünü güldüren ve iyi bir kazanım elde edecekleri bir değerdi. Köle pazarına ulaştıklarında o gün kervanın yüzü gülüyordu. Yusuf  platforma
çıktığında bir ay parçası gibi ilgi odağı haline geldi…Çok gözler baktı. Çok akçeler sayıldı. Her bakış Yusuf’un değerini daha da arttırıyordu. Sonun da
Mısır Azizinin (Maliye Bakanı)ödediği yüksek bedeli sayarken insan tüccarları, Yusuf çoktan sarayın kapısından içeri girmişti…İhanetin en acımasız ürünü olan kuyudan, asaletin timsali olan saraya uzanan yolculuğun bir tesadüf değil Allaha teslimiyetin bir mükafatı olduğu gerçeği tecelli ediyordu.
“Ve Allah emri üzerine galiptir…“(Yusuf 21)Zaman kendi mecrasında ve kaderin çizdiği rotada yol alırken, Yusuf da her geçen gün serpiliyor daha bir cazibe haline geliyordu. Her yönüyle kemalata eren Yusuf  sarayın kendi sazlıklarında zaman zaman kendi eyleminin öznesi olmakta zorlanıyordu.
Sonuçta köleydi ve bedeli ödenmişti. Özgür değildi. Bir tarafta bedenen köle olan Yusuf diğer tarafta ruhen Rabbine teslimiyetle alabildiğine özgürdü ama özgün değildi. Diğer tarafta ise sarayın hanımı Züleyha  Yusuf’a dair platonik bir aşkın kendisini kemirdiğinin farkında değildi. Bir kurgunun pençesinde acı çekiyordu ve izah edemediği bir şeyler vardı. Çünkü hem platonik hem de yasak bir aşkın tek taraflı aktörüydü Zeliha…Her geçen gün sarayın hacmine göre orantısız büyüyen Züleyha’nın aşkı Yusuf içinse muhtemel bir tehlikeydi. Neden tehlike olmasın ki? Bir tarafta sarayın hanımı soylu, diğer tarafta sarayın uşağı köle... İzahı mümkün olmayan ve halkın vicdanında masumiyeti onaylanmayacak böylesine bir aşkın
Züleyha da oluşturduğu travma …aşk ve şehvet Yusuf cephesinde ise saf ve masumiyet revaçta. Kendi ekseninde Yusuf. Yusuf ça yaşamanın gayretinde…O gün sarayda uygulamaya konulacak olan  şehvet planının tek tanığı ne sadece Züleyha nede sadece Yusuf’tu. O gününün bir başka tanığı arkadan yırtılan Yusuf’un gömleğiydi. Ne hazindir ki  konuşamıyordu çünkü cansız ve dilsizdi…

Bir bahane ile odaya çağırılan Yusuf, aşk ve şehvet travmasını atlatamayan Züleyha’nın çirkin teklifiyle karşılaştığında zaman halen işliyordu ve
mekanda aynıydı. Yusuf açısından keşke zaman durmuş olsa mekanda gerçek olmasaydı. Züleyha ve Yusuf baş başa. Bir tarafta kendince tüm gururunu ayaklar altına almış ve saraylı, diğer tarafta kainattın mükemmel delikanlısı köle Yusuf…Teklifse çirkin. Reddedilirse zindan ve mahkumiyet.
“ Doğrusu hanım O’na(Yusuf’a) sahip olmayı iyice aklına koymuş ve buna yeltenmişti de. Eğer Rabbinin burhanını görmeseydi oda kadına meyledecek-ti….”Yusuf (24) Rabbinden bir işaret alarak iffetin zirvesine hamle yapan Yusuf, zindan ve mahkumiyetin kendisi için yapılan çirkin
tekliften daha hayırlı olduğunu söyledi. Nefesi daralan ve günahın oksijensiz bıraktığı odadan dışarı kaçmaya çalışan Yusuf’un gömleği, balistik incelemenin hareket noktası olan arkadan yırtılıverdi. Önden de kapı açıldığında karşısında sarayın Azizi efendisi beliriverdi. İşte o anda Züleyha onurundan ve karekterinden irtifa kaybetmeye devam edercesine imdat diye bağırarak Yusuf’un kendisinden murat almaya çalıştığı iftirasını yapıştırıverdi…Yusuf şaşkındı ve bir o kadarda mahcuptu. Şaşkın olan sadece Yusuf değildi elbet. Azizde şaşkındı. Bir tarafta karısı sarayın hanımı
Züleyha, diğer tarafta masumiyetinden şüphe duymadığı kölesi Yusuf. İçine düşürüldüğü durumsa vehamet…
 
Arzusuna ulaşamayan Züleyha’nın öfkesi kocası Azize yönelmişti. -Ne duruyorsun. Hanımına yapılanı karşılıksız mı bırakacaksın? Yusuf’un suçsuz olduğuna adı gibi emin olan Aziz sosyal statüsünü de düşünerek bu ikilemden kurtulmak istiyordu. Hanımın ayıbının farkındaydı. Gömlek önden yırtıldıysa Yusuf, arkadan yırtıldıysa hanımı suçluydu. Gömleğin arkadan yırtıldığı saklanamayacak kadar aşikardı. Balistik inceleme Yusuf’un masumiyetine hükmediyordu. Saray entrikaları ise her zaman olduğu gibi yine kendi darağacını kurmuş ve kendi adaletini işletiyordu. Saray adaleti Yusuf’tan önce Yusuf’un masumiyetini mahkum  etme kararı vermişti. Ve Yusuf kendisi ile birlikte masumiyetinin mahkumiyetini de yanına alarak zindana doğru yürümeye başladı. Aşk ve şehvetin travmasına yenik düşen Züleyha’nın ihtiraslarına kurban giden Yusuf, Rabbinin katında başının dik
olduğunu biliyor ve Rabbinin kaderine boyun eğiyordu. Kendisini öldürmek isteyen kardeşlerinin elinden kuyuya koyan Rabbi onu kuyudan saraya taşımıştı. Şüphesiz sahipsiz olmadığının idrakinde olan Yusuf ,Rabbinin yine onu saraydan zindana yollarken bunun bir hikmeti olduğunun idrakinde ve tekrar zindandan çıkarılacağının da ümidindeydi…