Çevremizde yaşamı beraber soluduğumuz bir çok insanla zaman zaman ayrı düşeriz. Bu farklılık kimi zaman siyasi kimi zaman kültürel kimi zaman ekonomik vb bir çok çeşitlilikte karşımıza çıkabilmektedir.. Bu anormal bir durum değil aksine normal bir durumdur. Çünkü insanlar karbon kağıdı değil aksine fikir düşünce ve karakter özgünlüğü olan bireylerdir. Bu anlamda şekillendirilebilen ilişkiler, her zaman dinamik ve sağlam toplumların taşıyıcı kolonları olmuştur.
Spesifik anlamda meseleyi ele alacak olursak sorun farklı düşünmeden değil genelde farklı düşüncelerimizi aktarma biçiminden kaynaklı olmasındandır.. Aidiyetler üzerinden oluşturulan reaksiyonlar genelde sorun potansiyeli taşımaktadır. Bu potansiyeli iyi yönetemediğinizde kavga kaçınılmaz ve ardından oluşabilecek muhtemel hakaretler temel ayraç haline gelecektir. En küçüğünden en büyüğüne en eğitimsizinden en eğitimlisine kadar aslında kullanılan dilin her türlüsünde sükunet ve saygının ana tonlarının hakim kılınması gerekmektedir. Buda doğal olarak eğitimcilerin en temel öncelikleri anlamına gelmektedir .Kendi temel değerlerimizde fazlasıyla mevcut olan zerafet, saygı,empati gibi erdemler prematüre bırakıldığından eğitim sürecimizin herhangi bir yerinde sönük ve soluk kalmaktadır. Teoriğin ötesinde pratik imkanı bulamaktadır.
Farklı formasyon kodları olan ve mihvalde insan yetiştirme misyonu üstlenmiş Mevlevi ve Bektaşi dergahlarının büyüklerine ait nakledilen şu husus aslında sözün bittiği ama zerafet ve tevazunun zirve yaptığı noktaya işaret etmektedir.
Haram para ile bir sığır alan ve onu belli bir süre besleyen ve daha sonra yaptığı işin fenalığından nedamet eden bir adam bu hatasını telafi etmek üzere sığırını bir dergaha sadaka olarak bağışlama kararı alır. Aldığı bu kararın üzerinde meydana getirdiği heyecan ve sevinçle Bektaşi Dergahına yani Hacı Bektaş-ı Veliye gider ve durumu anlatır. Ben bu sığırı sizin dergahınıza sadaka olarak bağışlamak istiyorum der. Fakat Hac-ı Bektaş Veli cevaben kendilerinin haram parayla alınmış olan bu sığırı sadaka olarak kabul edemeyeceklerini bu nedenle adama kusura bakmamasını söyler. Aldığı cevapla heyecanı kursağında kalan ve hayal kırıklığına uğrayan adam morali de bozularak dergahtan çaresizlikle ayrılır.Yolda giderken birde şansını Mevlevi Dergahında denemek ister ve doğruca soluğu orda alır. Mevzuyu anlatır ve ardından aynı teklifi Mevlana’ya yapar. Mevlana adamı dinledikten sonra adamın sığırını sadaka olarak kabul eder.. Adam bunun üzerine biraz merak birazda hayret ederek Hac-ı Bektaşi Velinin haram diye kabul etmediği bir sığırı sizin kabul etmenizin hikmeti ne ola acaba diye sorar. Bunun üzerine edep ve irfanda doruklarda nefes alan Mevlana der ki; Hac-ı Bektaş Veli bir Şahindir öyle bizim gibi her leşe konmaz. der. Bu cevap üzerine Mevlevi Dergahından sadakasının da kabul edilmesinin vermiş olduğu huzur içerisinde ayrılan adam evine değil tekrar Hac-ı Bektaş Veliye gider bu durumu ona imalı bir şekilde aksettirir. Aslında bunu yaparken de adamın amacı şudur. Sen benim sadakamı haram diye kabul etmedin ama bak Mevlana nasılda kabul etti demeye getirmektedir. Zerafet ve Tevazuda kusursuz bir nakkaş olan Hac-ı Bektaş Veli adama döner ve derki; Biz küçük bir su birikintisiyiz .Bir damla necasetle hemen kirleniriz. Mevlana ise koca bir okyanustur öyle bir damla necasetle kirlenmez der. Mevlevi dergahının doruğuyla Bektaşi dergahının zirvesi arasında cereyanda kalan adam çaresizce evinin yolunu tutar.
Yukarıdaki tevazu zirvesinde kesişen iki ince davranış aslında kadim medeniyetimizin ete kemiğe bürünmüş halidir. İyi rafine edilebildiğinde kendi sosyolojimizin ne kadar güçlü rezervlere sahip olduğunu da görmekteyiz. Üçüncü sınıf , samimiyetsiz ve çıkar kokan ilişkiler çoğu zaman insanları yormaktadır. Yorulan insanların gerilen toplumda zaman zaman kendi eylemlerinin öznesi olmaktan uzak edilgen yaşadıklarına da şahit oluyoruz.
Sanal makamlarının eşiğinde oluşturdukları fasit dairede her gün şahsiyetlerini kurban eden ve her türlü fırıldaklığı temel karakteri haline getirenlerle ;şahsiyetini ve onurunu her şeyin üstünde tutup toplumsal karşılığı ADAM olarak tanımlanan bir payeye sahip olanlar arasında, yukarıda anlatılan Mevlana ile Hacı Bektaş-ı Velinin birbirlerine olan senkronize zerafeti ve tevazuyu göstermelerini beklemek elbette ki beyhudedir. Çünkü orası bir zirvedir. Zira orada denge vardır ve en önemlisi orası baş döndürür.
Krema sürülmüş bayat iltifatlarla beslenen bunun yanında hiçbir öz kütlesi olmayan bazı makam sahibi insanlardan sudur edecek olan tek şey, bir hubel gibi huzurunda birilerinin el pençe durmasını beklemektir. Bir faunusun içinde zaman zaman aynalardaki oluşan cüsselerine bakıp egolarını köpürtenler Tevazunun zirve yaptığı doruklarda nefes alamazlar Yaşam kaynağı sadece bu olanların diğer alanlarda yaşama şansı elde etmesi çok zordur
Huzurun kaynağı birbirine yaşamı ikram edebilenlerdedir. Kendini aşan ve davranışlarıyla toplumsal karşılığı ADAM payesini elde edebilenlerdedir.Saygıyı hak edenler tarih boyunca- ister maddi ister manevi olsun- makamlarından güç alanlar değil makamlarına güç katanlar olmuştur.
Sonuç olarak üç beş günlük nefes için havayı kirletmenin anlamı yok.Üç beş gün sonra gacur gucur edecek olan koltuklar için ebediyete tahvil edebileceğimiz kardeşlik dostluk gibi erdemleri harcamayalım. Fosilleşecek olan bedeni hazlar için sonsuzluğa kanat açacak olan ruhi melekelerimizi zedelemeyelim. Belki de çağımız insanının elinde kalan tek sermayesi sevgi…Kinde nefrette intikamda değil saygıda sevgide tevazuda zerafette zirveyi zorlamak olmalı hedefimiz…Her kişinin işine değil Er kişinin işine talip olmalıyız. Bakın bunu başarabildiğimizde dünyanın farklı döndüğünü göreceğiz.
Oysa sana da bana da ona da yani kısaca hepimize biçilen bir ömrün her sabah doğan güneşi olduğu gibi bir gün hiç doğmamak üzere batacak güneşi olacağınıda unutmayalım. Gök kubbede hoş bir seda bırakmak en önemli yatırımdır. Gerisi laf-ı güzaf dan başka bir şey değildir.
Kalın Sağlıcakla