İNSANIN TARİHSEL GERÇEKLİĞİ

         İNSANIN TARİHSEL GERÇEKLİĞİ

         İnsan duygusal bir varlık olarak bir ruh iklime sahiptir. Bu iklimde yaşadığı farklı hava koşuları ile kimi zaman neşelidir kimi  zaman üzgün. Kimi zaman durgundur kimi zaman hareketli ve bazen de kendi seyr-u sülük’ ünde alabildiğince çelişkilidir. Yaratılışından  buyana yaşamsal sürecine bir türlü müdahale edemeyen insan ;diğer canlılardan farklı olarak yaşadığı dünyanın zaman ve şartlarına göre ki- bu fiziki şartlardan kültürel şartlara kadar geniş bir yelpazededir-kendine alan hakimiyeti oluşturmaya dönük pozisyon açmak istemiş ve buna dönük değişik kalıplar oluşturmaya çalışmıştır. İşte tamda tarihsel koridorun bu aşamalarında hep   kavgalar ve ciddi savaşlar olmuştur. Savaşların temel karakteri aslında ekonomik olarak bilinse de Ali Şeriati’nin  tarihte ki savaşların sebeplerini ideolojilere tahvil etmesi daha reel durmaktadır.

         İnsanlık tarihi genel tarihin bir cüz ü değil ta kendisidir. Çünkü insan, tarihsel gelişimin ve oluşumun her aşmasında en önemli aktördür. Hz Adem’in çocukları ile başlayan ve bugün itibari ile aynı iştahla devam eden hak ve batıl mücadelesinin değişik türevleri bugün devam etmektedir. İşin enteresan tarafı saflar düne göre o kadar karmaşık ki mücadele ederken daha çok efor harcamanız gerekebiliyor. Oluşturulan küresel metaforda durduğunuz yer kadar vurduğunuz yerde önem arz etmektedir. İsimler ve kurumlar değişebilir olmakla birlikte değişmeyecek olan tek ölçüt yaratılış gayesine sadık kalmaktır. Yetiştirilen insan kaynaklarında bu gerçeklik es geçilmemelidir.

Ey Kalbim !

Ey suları usul usul yükselen deniz,

İçimiz damar damar parçalansa da

Dışımız lal kadar sessiz…

Üstat İsmet Özelin yukarıda şiirsel olarak altını çizdiği gerçekliğin dışına çıkarak aslında lal kadar sessiz olmayı terk edip bizim mahalleye de  eleştirel bir bakış atmak lazım diye düşünüyorum. İslam dünyasının hali bugün ortadır. Etken değil edilgen bir pozisyonda olan İslam dünyasının gündem belirleyen bir etkinlikte olmayışının altında yatan temel faktör insan kaynaklarının yetiştirilmesinde  es geçilmiş olan temel değerlerin yoksunluğudur. Hayatın her alanında dinamik bir yaşama sahip olmayı emreden bir dinin neden bugün paramparça olduğunun durum analizini yapmamız gerekir. Bir çok İslam ülkesinin devlet idaresinde ve finans kaynaklarının kontrolünde etkin olan yöneticileri suret olarak Müslüman olabilirler ama ortaya koydukları ve dünya ile diyalogları emperyalizmin taşaronları mesabesindedir. Bugün Siyonist bir anlayışın küresel arenada etkin ve yetkin olmasının altında yatan en önemli gerçeklik kuşkusuz inandıkları değerlere olan bağlılıkları ve sadakatleridir. Kendi insanını yetiştiremeyen topluluklar kendi insanını yetiştiren toplumları yönetilirler ve yönlendirirler. Bugün malesef İslam dünyasının bir çok coğrafyasında ortaya konan senaryoların yazarları senaryolarını yazarken bu aidiyet içerisinde yazıyorlar. .O zaman Müslüman toplumların kendi söylem ve eylem bütünlüklerini pratiğe etkin bir şekilde dökebilmeleri için, oynayan değil oyun kuran bir pozisyon oluşturmaları lazımdır. Bunun yolu da kendi tarihsel süreçlerini çok iyi vakıf olan her alanda nitelikli insan yetiştirmekten geçer.