Görenlerin bakmaya irkildiği heybeti, iri cüssesi, yufka yüreği ve yiğitliğiyle ün yapan Musa, Edirne'nin geri alınışına, Yemen'e silah ve altın kaçırılışına ve kanal harekatına katılır. Savaş sonrası İstanbul'da Anadolu'ya silah kaçıran karakol cemiyetinde yer alır. İngiliz İşgal komutanının işbirliği teklifine sert bir cevap verir ve tarihe geçen ve bugünde geçerli olan ünlü sözünü yüzüne haykırır: " Sizinle daha işimiz bitmedi" "Sudan'da" doğmuştur.
Musa, O topraklarda yaşanan olumsuz koşullar ve kıtlıktan dolayı doğan çocuklar genelde hep zayıftır ama dünyaya gelen bu yiğit diğer çocuklara nazaran daha yapılı ve kalıplıdır. Babasının ölümü üzerine bu yiğidi dedesi büyütür. Daha iyi şartlarda yaşaması için onu, Sudan’dan Kahire’ye götürür. Burada yaşamaya devam ederken, dedesinin hep bir Osmanlı Hayranı oluşu torununa da yansır ve torununu bir Osmanlı Türk’ü gibi yetişmesini ister. İstanbul’a göndermeye karar verir. İstanbul’a varır ve müthiş bir Türkçe öğrenir. İri cüssesi ve siyah teni, bu yüzden ona Sudanlı Zenci Musa diye seslenirler… Teşkilat-ı Mahsusa'nın lideri olan Kuşçubaşı Eşref ile çıktığı yolda birçok tarihi vakaya şahit olur. Abdulhamid Han'ı devirme aşkı ile Arap Yarımadası, Kafkaslar ve Trakya'da İttihat ve Terakki ile paralel çalışan Eşref Bey bir süre sonra Terakki'cilerin göremediği gerçeği görerek safını değişip "Vatan ve Hilafet" uğuruna büyük mücadelelere girişecek, Osmanlı İmparatorluğu'nun düşüşüne benzer bir kader ile hem Eşref Bey hem de Emir Eri Musa imparatorluğun hazin sonunu kendi hayatlarında da yaşarlar.
Zenci Musa, Kuşçubaşı Eşrefle Libya’ da yani Trablusgarp’ta tanışır. O zaman Eşref Bey’e büyük bir hayranlık duyar ve kendine, ölünceye kadar onun yanından ayrılmayacağına dair söz verir. Ardından Zenci Musa, Eşref Bey’in emir eri olur. Peşinden, gittiği bütün cephelere gider. O yüreğini devletine ve Anadolu’ ya bağlamış yiğit bir Müslüman Arap’tır. Zenci Musa, işgal yıllarında her nefer gibi o da cepheden cepheye koşar ve savaşır. Adeta bir akıncıdır. Osmanlı Ordusunun eli ayağı olur. Daha sonra Kuşçubaşı Eşref’ in gizli bir görevle, Yemende ki 7. Orduya altın götürmek için Arabistan’a gider. İki ayrı heyetle giden gurubun Eşref bey kolu Hayber'de 25.000 kişilik bedevi İngiliz kuvveti tarafından kıstırılır, Eşref Bey’in başında ki gurup, iki gün boyunca direnir. Sonun da Eşref Bey yaralı olarak esir alınır. Fakat Zenci Musa gurubuyla beraber altınları kaçırmaya başarır. 1917 de gerçekleşen bu savaş, London Times gazetesinde, sekiz sütundan manşetle verilir. Altınları kaçıran Musa, beş yıl boyunca beraber savaştığı kumandanı Eşref Bey’ den ayrı düşer. Malta’da esir düşen Eşref Beyle bir daha görüşemez. Zenci Musa, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte, İstanbul’a geri döner. Gidecek hiçbir yeri yoktur. Dönemin yetkili paşalarından Ali Sait Paşa, Musa’yı Yemenden tanır. Ona yardım etmek ister. Musa’ ya bir gün der ki: -Musa, emeklilik için bana bir dilekçe ver, bende tastik edeyim, sana emekli maaşı bağlasınlar. Buna karşılık Musa paşaya ibretlik bir cevap verir -‘Paşam ben bu fakir milletten emekli maaşı alamam’ der. Sait Paşa bu işin peşini bırakmaz ve bir gün de onu, dönemin yetkililerinden birinin yanına götürür, ona kahyalık teklif eder. Fakat Musa, yine o müthiş ahlakıyla buna da cevap verir. - ‘Ben bunu kabul edemem, onu yaşlı bir Müslümana verin, orda hamallık varsa yaparım’ der. Sene 1919’dur. Mondros Mütakeresi imzalanır ve itilaf kuvvetleri İstanbul’u işgal eder.
Bir gün Karaköy gümrüğünde, İngiliz kuvvetleri komutanı General Harrington , koca bir çuvalı, tek eliyle kaldıran, bu iri yapılı adam kim diye sorar yanındakilere; Yanındakiler: Onun Arabistan’da, İngilizleri atlatıp Yemen’e 300.000 bin altını kaçıran Zenci Musa olduğunu söylerler. General çok etkilenir ve Musa’nın yanına gider ve şu sözleri söyler; -‘Eğer benim mahiyetime girersen, seni altına boğarım’ der. Musa buna tokat gibi bir cevap verir. -Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devlerim var. Devlet-i Osman-i, bir de bayrağım var. Ay-Yıldızlı bayrak ve bir de kumandanım, Kuşçubaşı Eşref… Bu iş daha bitmedi sizinle mücadelemiz devam edecek. İşte o İngiliz komutanının Zenci Musa’ ya, aşağılık teklif sunduğu yerde, yani Karaköy gümrüğünde çalışmaya başlar. Gündüzleri çalışır, geceleri ise Mili Mücadele için Anadolu’ya silah kaçırma faaliyetlerini sürdürür. O iri cüssesi bu tempolu faaliyetlere daha fazla dayanamaz. Üstelik Osmanlının yenilgisi ve Eşref Bey’in esareti onu çok üzer. Musa vereme yakalanır, tedavi olmayı kabul etmez. Bavulunu alıp Üsküdar’da Özbekler tekkesine yerleşir. Ölümü bekler gibi, ölümü ister gibi… Kısa süre sonra Musa burada acılara daha fazla dayanamayarak veremden vefat eder. Bavulundan bir Kuran-ı Kerim, Osmanlı Haritası, kefen bezi ve bir de Eşref Bey’in fotoğrafı çıkar. Eşref Bey Musa için; ‘Ben esaretten kurtulup, Milli Mücadelenin öncülerinden olduğum günlerde Musa, o benim kahraman Arab'ım veremden ölmüştür’ der. ‘’ Eşref Bey’in emireri Zenci Musa. İsa peygambere omuzlarını ödünç verir ve peygamber bu sayede göğe tırmana bilir.. ’’ Bu dizeleri Mehmet Akif, Eşref Beyle Mısır’a görevli gittiği zaman, Zenci Musa’yı tanır ve bu dizeleri onun için yazar..’ Evet, bunları okuduktan sonra, ne kadar vefakar insanlarmış dememek mümkün mü? Onların tek ideallerinin vatanı, milleti, bayrağı, dini olduğu apaçık ortadır.
Bugünlerde kendilerine kimlik arayışı içerisinde olanlar, hiç arayışa girmesinler, bir kere okusunlar bu hayatı, görsünler mücadele nasıl verilirmiş, görsünler vatan nasıl sevilirmiş, görsünler bayrak nasıl sevilirmiş, görsünler din nasıl sevilirmiş. Zenci Musa bir Arap’tı. Ama tek vatanı Devlet-i Osmaniye idi. Tek bayrağı Ay Yıldızlı bayrak ve Tek dini İslam’dı. Bugün bölücülük yapanlara tokat gibi cevaptır Zenci Musa. Biz tek devlet, tek bayrak, tek din olarak yaşadık yüzyıllarca ve öylede yaşayacağız ALLAH’IN izniyle. Bizleri bölmeye çalışanlara inat, her zaman Zenci Musaları, Çerkez Ethemleri, Akifleri, Ahmet Esatları konuşacağız, yaşayacağız, yaşatacağız..