Yazgı: Kayıp Bir Tarihin Gizemleri (Alpay ASAR)

Bu yaz günlerinde sizlere okumanız için çok özel bir kitap tanıtacağım. Siz de yazgınızın peşine düşün benim gibi…
“Büyük  Constantinus, kendi adıyla anılacak olan Byzantion’u yeni Roma olarak inşa etmektedir. Şehirde büyük bir imar faaliyeti sürmekte, yollar, hanlar, hamamlar, su kemerleri, kiliseler yapılmaktadır. Sezar, beraberinde getirdiği Roma İmparatorluğunun bilgi ve kültür sermayesiyle giriştiği bu imar faaliyetlerinden birisi de Ayasofya’dır.
İmparatorluğun doğu başkenti olarak anılmakta olan bu şehir, henüz Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmemiş olsa da, halkın arasında hızla yayılmakta ve güçlenmektedir.
Bir akşam vakti imparator, Ayasofya’nın inşaatında çalışan işçi ve ustalarla, şehrin ileri gelenlerine sarayda yemek vermektedir. Salon keyiflidir. Siyasi, ekonomik ve askeri tartışmaların yanında dini konuşmalar da yapılmaktadır. Neşe içinde yenilmekte olan bu yemek iki askerin kolları arasında salona getirilen bir adamın korku ve panikle kendisini imparatorun ayakların önüne atmasıyla bozulur. Gelen bu adam, Ayasofya şantiyesinin bekçisidir. Ve melek Mikail’in kiliseye geldiğini, şantiyeyi gezdiğini ve Tanrı katından bu kilisenin adını imparatora iletmesi için görevlendirildiğini söyler. Mikail, ona merak etmemesini, kendisi gelinceye kadar da Ayasofya’yı koruyacağına söz vermiştir.
Salonda yaşanan heyecan ve panik dalgasının arasında, Mikail’in orada nasıl tutulabileceği tartışılır. Roma’dan Sezarla birlikte şehre gelen, imparatorların hocası Hadrianus ile yardımcısı Corpus bir yol bulurlar ve Mikailin sonsuza kadar Ayasofya’nın koruyucusu olarak kalmasını sağlarlar.
Ayasofya’nın muhteşem açılışı ile birlikte Hristiyanlık da etkisini arttırır ve son putperest tapınak İskenderiye’nin yıkılması gündeme gelir. Hadrianus ve Corpus, İskenderiye’nin sahip olduğu zengin kütüphanenin farkındadır ve onu kurtarma telaşına düşerler. Bunun için geliştirdikleri formül ise Ayasofya’nın yanına büyük bir okul ve kütüphane yapmaktır. Bu yapı aynı zamanda şehri dünyanın bilim ve kültür merkezi haline getirecektir; ne var ki bunun için başta imparator olmak üzere yöneticileri ikna etmek için oldukça çetin mücadeleler vermeleri gerekecektir.
Bu sırada, manastırda, imparatorluğun dört bir köşesinden getirilen kitaplar çoğaltılmakta ve felsefi, bilimsel çalışmalar devam etmektedir. Böylesi bir ortamda, sonsuz yaşamın sırlarını anlattığı düşünülen bir kitap, şehre gelen bir ticaret gemisinden gizlice manastıra getirilir. Ancak her sır gibi bu da gün yüzüne çıkmakta gecikmez. Kitaba sahip olmak isteyen güçler tarafından, manastırda acımasız cinayetler işlenmeye başlanır. Durumdan endişe duyan dini otorite bir taraftan olayın duyulmasını engellemeye çalışırken diğer taraftan da katili bulmaya çalışır. Otorite için aradığı yardım, taht savaşlarının başlamasıyla gelir. Avrupa da yaşanan isyanlar, doğuda Pers saldırılar yalnızca bu cinayetleri geri plana itmekle kalmaz, İskenderiye’nin yıkılmasını ve yapılması düşünülen okul-kütüphane kompleksini de erteler.
Tahta bir putperest Sezar oturur. Kilisenin ödemeleri kesilir ve tüm kaynaklar orduya aktarılır. Zor günler başlamıştır. Sezar, Batı’da ki ayaklanmaları bastırmak da başarılı olsa da Doğu’da arzuladığı zaferleri elde edemez. Ordusuyla geri çekilirken garip bir şekilde ölür… Bu ölüm de kilisenin parmağı var mıdır? Çünkü yerine gelen imparator iyi bir Hristiyan’dır ve kilisenin tüm ödeneklerini açarak geniş yetkiler verir. Ortodoksluk düşüncesi filizlenmektedir. Ne var ki, yeni Sezar’da şehre ulaşamadan yolda ölür. Bu ölümün ardında, orduda ki pagan komutanlar olduğu düşünülse de bu hiçbir zaman ispatlanamayacaktır. Ölümlerle sarsılan yalnızca Doğu Roma değildir. İmparatorluğun Batı’da ki tahtı da el değiştirir; ve yeni Sezar Doğu’ya kardeşini imparator olarak gönderir.
Yeni imparator, Hristiyanlığı resmi din olarak ilan eder ve paganlar için ciddi yasaklar getirir. Bu yasaklar, İskenderiye’de hoş karşılanmayacak ve büyük bir isyanın fitilini ateşleyecektir. Şehrin komutanı, Sezar’dan gelen emir doğrultusunda Kütüphanede ki kitapları kurtarmak için limanda ki ilk gemiye taşıtarak şehirden gönderir. Kitaplar Kudüs’e gitmiştir.
İmparatordan yetkiyi alan Corpus, bu kitapları alarak çok sevdiği Kütüphanesine koyması için küçük bir askeri birlikle Kudüs’e gönderilir. İmparatorun tek bir şartı vardır: Kesinlikle dine aykırı düşünceler içeren kitaplar şehre getirilmeyecek, orada yakılarak imha edilecektir. Zorlu bir yolcuğun ardından Kudüs’e ulaşan Corpus’u şehre yaklaşmakta olan Pers ordusu ve bu orduyla savaşmak üzere Akdeniz de yol alan Roma ordusunun kalabalık askerleri için ihtiyaç duyulan yer problemi beklemektedir. Fazla zamanı olmayan Corpus, kendisiyle gelen askeri birliğin komutanının gözetiminde bir miktar kitabı göstermelik olarak yakmak zorunda kalır. Ancak kurtarabildiklerini özel sandıklar içinde, diğer kitaplarla birlikte gemiye yükletir. Bu sandıklar, gemi Constantinopolis’e geldiğinde Ayasofya’ya değil, gizlice Corpus’un babadan kalma evine gönderilir.
Yeni şehir, artık tüm dünyanın bilim, sanat ve kültür merkezi haline gelmiştir. Dünyanın en muazzam kitap koleksiyonu buradadır ve her taraftan araştırmacılar şehre akın ederler.
Corpus ise bu yoğun çalışma temposundan yorgun düşmüştür. Ciddi bir hastalık geçirir ve bir süre yataktan kalkamaz. Gözlerini açtığında ise şehirde her şey çok farklıdır.”
ALPAY ASAR KİMDİR?
1973 yılında aslen Balıkesirli olan, memur bir ailenin ilk çocuğu olarak Kırklareli’nde doğdu. 1991 yılında İstanbul Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümüne girdi. Burada okuduğu sırada Viyana Ulusal Kütüphanesi (Österreichischen Nationalbibliothek), Vatikan Kütüphanesi ve Fransız Milli Kitaplığı (Bibliotheque nationale de France) başta olmak üzere birçok yerli ve yabancı kütüphanede araştırmalar yaptı.. Bu süreçte fiziki bir nesne olarak “kitap” kavramından ziyade “bilgi”nin anlamı, doğruluğu ve erdemine merak sardı. Aynı üniversitenin felsefe bölümüne devam etti. Nermi Uygur ve Betül Çotuksöken’den dersler aldı. Taha Toros, Arslan Kaynardağ ve Hilmi Yavuz ile kütüphaneci kimliğiyle kurduğu dostluklar yazar kimliğini ön plana çıkardı. Çeşitli gazete ve dergilere yazılar yazdı, röportajlar yaptı (Varlık, Hürriyet Gösteri, Cumhuriyet, Virgül, Kitap Haber vb). Postmodern düşünce üzerine Türkiye’deki ilk yazılardan birini kaleme aldı. (Postmodern Düşünce ve Görecelik. Hürriyet Gösteri,1996). İlk kitabı Yazgı 2017 Ocak’ta Siyah-Beyaz Yayınevi’nden çıktı. Yazgı devamı niteliği taşıyan ikinci kitabı Sır ise, eylül ayında 5 Şubat Yayınları’ndan çıkacak.
Alpay Asar, Antikçağ felsefesi ve Ortaçağ estetiği üzerine çalışmalar yaptı. Osmanlıca ve Latince yanında aldığı İbranice derslerle birlikte bilim-din paradoksuna kütüphaneci, felsefeci ve tarihçi kimliklerini bir potada eriterek yaklaşıyor. Sabancı Üniversitesi’nin ardından çalıştığı İstanbul Aydın Üniversitesi’ndeki işinden ayrılarak tüm zamanını araştırmaya ve roman yazmaya adadı. Çok katmanlı, derin bilgisi ile gizili kalmış ayrıntıların anlamına yönelik merakı onu gerilim yüklü felsefi romanlar yazmaya sürükledi.

YORUM EKLE

banner178